MESNEVÎ YORUMU 2

“MESNEVÎ İLK 35 BEYİT ÖZEL YORUMU; MEVLEVİLİK SUFİZM VE FELSEFESİNDE EN BÜYÜK İKİ OTORİTE OLAN TAHİRUL MEVLEVÎ ve AHMET AVNİ BEY ŞERHLERİNDEN İLHAM ALINARAK HAZIRLANMAKTADIR.

MESNEVİ2. BEYİT
Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlidend

Ney; “Beni kamışlıktan kestikleri zamandan beri” der,
“Feryâdımı duyan kadınlar ve erkekler ağlayıp inler”.

Birinci beyitte insanın Allah’dan ayrılık acısı ve o acının hikâye ediliş sebebi anlatılıyordu. Fakat, aynı zamanda birinci beyitte Hz. Pîr.. ayrılığı, acıyı ve hikâyesini anlatırken, insanın hakikatte Allah’tan hiçbir zaman ayrılmadığını, şimdi dahi ayrı olmadığını ve sonsuz gelecekte de asla ayrı olmayacağını da perde ardından dillendirmekte idi.

Ney’in yani Mevlânâ’nın ve dahi tüm insanların ruhunda için için inleyen şikâyeti; her insanın kendisini Hak’tan ayrılmış zannetme hissiyâtıdır.

Mesnevî’yi veya Hz. Pîr’i veya “Zamanın Bir Şems’i”ni dinleyebilenin “Allah’a kavuşması” yani “Hak ile vuslatı” diye bir şey zannedilmeye ki gerçekleşecektir. Asla böyle bir gerçekleşme olmayacaktır. Çünkü… tecelliyât, varlık, âlem, insan zâten “şimdi de… el’an” zâten Allah’dan ayrı gayrı değildir. Gerçekleşecek olan şey, bilginin düzeltilmesidir, aklın ve kalbin hakikati düzgün idrak eder hâle gelmesidir.

AYRILIK SIRRI
İkinci beyitte; akıllarda, zihinlerde, kalplerde oluşturulmuş olan ayrılık zannının nasıl meydana geldiği ve ayrılık yanılgısının nasıl düzeltileceği yeniden anlatılmaktadır.

Hz. Pîr Mesnevî’de bu ayrılığın sırrını… bir aşk hikâyesiyle şöyle ifşâ etmektedir. ( ARA NOT: Hikâyeyi kendi lisanımızca anlattık)

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
Bir zamanlar kuşların uçarak çıkamadığı, kervanların geçemediği yüce dağların ötesinde ıssız bir köy varmış. İnsanlar o köyde.. evsiz barksız, eşyâsız âletsiz, kılıksız kıyafetsiz, çulsuz çarıksız, fakir mi fakir, garip mi garip bir halde yaşarlarmış. Yeryüzü döşek, gökyüzü yorgan, kollar da yastık imiş. Fakat gönül varlık yokluk ve fermân dinlemez olduğundan…

O köyde bir genç kız ile bir delikanlı birbirlerine sevdâlanmışlar. Samanlık seyrân, gök bayrâm, temiz hava ziyâfet, çul çaput kıyâfet olmuş. İki sevdâlı yokluk düğününde, varlık nikâhıyla vuslat eylemişler.

İki sevdâ günler, aylar, yıllar boyunca el ele, göz göze, gönül gönüle aşk sefâsı sürmüşler. Gel zaman git zaman kadın yeni kılık kıyafetler istemiş, ev istemiş, eşyâ istemiş. Erkek kadının bir dediğini iki, iki dediğini bir etmemiş. Tabi bu arada… erkeğin gözü aşktan tencereye, gönlü sevdâdan işe güce, kalbi vuslattan seyahate dönmeye başlamış.

Âşıklar… kendilerine büyük bir ev, uçsuz bucaksız bir çiftlik, ekip biçip harman savurmaya tarlalar açmışlar, meyve sebze bahçeleri dizmişler. Koyunlar, keçiler, inekler, çobanlar, uşaklar edinmişler. Elleri ılık sudan soğuk suya değmez, bir yediklerini bir daha yemez, bir giydiklerini bir daha giymez olmuşlar. İş, güç, hesap, kitap, olduydu, olmadıydı, ne yapsak, ne yapmasak gibi telaşlarla bedenleri birbirlerinden uzaklaşmış. Bedenler uzaklaşınca aşkın hararetinden ısınmaları zayıflamış, içlerinde nedenini bilemedikleri bir boşluk hissetmeye başlamışlar.

Kalplerinde ve gönüllerinde anlayamadıkları, bilemedikleri ancak hissettikleri bu boşluğu doldurmak için, ikisi de birbirinden habersizce kırlara bayırlara dağlara çıkmışlar. Tüm zenginliklerini geride bırakarak, eski yokluk ve yoksulluk yaylalarına kaçmışlar ve kırlarda yalın ayak başı kabak buluşmuşlar.

Pınar başında tekrar birbirlerine sarılıp eski aşk hikâyelerini anmışlar. Anlamışlar ki sonradan meydana gelen zenginlik (kesret), yokluk (vahdet) içinde başlayan aşkın üstünü kül tabakası gibi kapatmış. Kapatmış ama elbette söndürememiş. Aşk içten içe yandıkça yanmaya, büyüdükçe büyümeye devam etmiş. Fakat aşkın harareti duman olup tütemeyince, küller altında sıkıştıkça, kalbi ve gönlü patlatacak bacası kapalı bir yanardağa dönüşmüş. İki sevdâlı, eski aşk hikâyesini birbirlerine anlatarak ağlamışlar, inlemişler, o kara sevdlarını tekrar hatırlamışlar ve “bir olma / vahidiyet” aşkını yeniden harlamışlar. Yanardağ böylece patlamış ve aşkın ateşi göklerden kor olup yerlere yağmış.

HİKÂYE NİÇİN ANLATILIR?
Mevlâna bu hikâye vasıtasıyla aynı zamanda… Rasulullah s.a.v. efendimizin hanımları ile arasında geçen bir hadiseyi ve bu hadise üzere nâzil olan vahiyi ve almamız gereken dersleri değişik bir açıdan örneklemektedir…

TAHYİR ÂYETLERİ
Medine’de Müslümanlar yavaş yavaş ekonomik güce kavuşmaya başladıkça Rasulullah s.a.v.’,in eşleri de ondan, lüks ziynet kabilinden (ipek kadife elbiseler, takılar, süsler vs.) bazı şeyler istemeye başlamışlardır. İhtiyaç ve zaruret sınırını aşan bu isteklerle O’nu üzmüşlerdir. Bu nedenle Rasulullah s.a.v. bir ay onlara yaklaşmamak üzere yemin edip ayrı yaşamaya karar vermiştir. Ay dolunca, AHZÂB SÛRESİ’nin aşağıdaki TAHYİR ÂYETLERİ (iki seçenekten birisini tercih etme özgürlüğü tanıyan âyetler) nâzil olmuştur:

﴾28﴿ Yâ eyyuhen nebiyyu kul li ezvâcike in kuntunne turidnel hayâted dunyâ ve ziynetehâ fe teâleyne umetti’kunne ve userrihkunne serâhan cemîlâ.

Ey Nebi… Eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve onun zinetini diliyorsanız, gelin size boşanma bedeli vereyim ve sizi güzel bir şekilde serbest bırakayım.”

﴾29﴿ Ve in kuntunne turidnallâhe ve resûlehu veddârel’âhırete fe innallâhe eadde lil muhsinâti minkunne ecren azîmâ.

“Yok eğer Allâh`ı, Rasûlü`nü ve sonsuz gelecek yurdunu diliyorsanız, muhakkak ki Allâh, muhsin kadınlar (Allâh`a sonsuz aşk’a yönelmişler) için çok büyük bedel hazırlamıştır.”

﴾31﴿ Ve men yaknut min kunne lillâhi ve resûlihi ve ta’mel sâlihan nu’tihâ ecrehâ merreteyni ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ.

Hanginiz Allah´a ve Elçisi´ne samimiyetle itaat eder ve doğru, yararlı işler yaparsa onu iki kat ödüllendiririz, onun için (öteki dünyada ve her iki cihândaki sonsuz aşk’ta) en muhteşem rızıkları hazırlayacağız.

ANNELERİN TAHYİRİ (SEÇİMİ/TERCİHİ)
Ümmül Mü’minât (Mü’minlerin anneleri -Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun) elbette Allah ve Rasulü’nü tercih etmişler ve sınırı aşan arzu ve isteklerinden tevbe-i nâsuh eylemişler böylece hataları sevâba tebdil ederek defterlerine yazılmıştır.

Gerek Mesnevî 2. Beyitte, gerek TAHYİR ÂYETLERİ’nde ve gerekse Kur’an’da geçen “ERKEK” ve “KADIN” kavramı üzerinde kısa bir hatırlatmada bulunalım.

ERKEK VE KADIN SIFATI NEYE İŞARET EDER?
Erkek organizmasına (vücuduna, bedenine, kaslarına, kemiklerine vs…) zahiren bakarsak, kadın organizmasına göre “KABA KUVVET” açısından daha güçlüdür. Vahşi tabiat şartlarıyla mücadele etmeye, kavgaya, dövüşe, savaşta öldürmeye ve ölmeye, şehit olmaya daha elverişlidir. Kadının bedensel zayıflığına erkeğin bu kaba kuvvet yönü “ÖRTÜ/SIĞINAK/TAMAMLAMA” olmaktadır.

Kadın organizma yönüyle zayıf ve nârindir ancak eşine, işine, bebeğine ve ihtiyaç sahibi her cana karşı şefkat, merhâmet, hizmet ve güven verme açısından erkeğe göre kat kat daha güçlüdür. Kadın da bu özellikleriyle erkek organizmasına “ÖRTÜ/SIĞINAK/TAMAMLAMA” olmaktadır.

“…hunne libâsullekum veentum libâsullehun…” “…Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz..” (BAKARA/187’den)

Mesnevî’de ve Kur’an’da geçen “erkek” kavramı hem zahirde erkek organizmasına hem de bâtında “KABA KUVVET”e işaret etmektedir. “Kadın” kavramı da yine zâhirde dişiliğe, bâtında “şefkate, merhamete, rahimiyete” işaret etmektedir.

Bu durumda “erkek” denildiğinde sadece KABA KUVVET… “kadın” denildiğinde de sadece “NÂRİNLİK” anlaşılmamalıdır.

Bir kadının acılara, çilelere, baskılara karşı gösterdiği direnme gücüne, sabır ve merhametle her şeyi yenme gücü “ERKEK GÜÇ” olarak adlandırılır ve buradaki erkek güç’ün cinsiyet gücüyle ilgisi yoktur. Ruh gücüdür. İrade gücüdür. İnsani güçtür.

Aynı şekilde bir erkeğin bebeklerine, çocuklarına, akraba ve yakınlarına ve tüm canlara karşı bir anne hassasiyeti göstermesi, onlara anne gibi şefkatle, merhametle, sevgiyle, sabırla muamele etmesi “ANNE GÜCÜ” olarak adlandırılır. Buradaki anne gücünün de cinsiyetle ilgisi yoktur. Ruh gücüdür. İrade gücüdür. İnsani güçtür.

ERKEK VE KADININ HAKİKATİ
Neticede… ERKEK ve KADIN kavramlarının tüm sıfatları ve tüm zâhirleri; cinsiyetten müberrâ ve müstesnâ (arınmış ve ayrı) olan Esmâül Hüsnâ terkibleridir.

Hakikatte esmâül hüsnâ cinsiyetten münezzeh olduğu gibi, insanlar da hakikatte cinsiyetten münezzehtirler. Hakikat boyutunda durum böyledir. Ancak…

ŞERİAT VE HAKİKAT
Zâhirde, evrensel sistem ve âlemlerin düzeni Allah Teâlâ ve Tekaddes Hz.lerinin el-Zâhir esması merkezinde döndüğünden, erkek erkektir, kadın kadındır. Anne annedir, baba babadır. Hakikat boyutundan bahsettiğimiz erkek ve dişilik, zâhir (şeriat) boyutundaki erkek ve dişiliğin hüküm ve yükümlülüklerini ve yaşam tarzlarını ortadan kaldırmaz.

HAKİKAT VE ŞERİAT AYNIDIR AYNI KALACAKTIR
Eğer; “Bizden erkeklik ve dişilik düştü, bu konudaki haramlar ve helâller bizden kalktı, bizler hep beraber oluruz, kalbimiz temiz kalır” diyen sûfiler, mistikler, yogacılar, reikiciler, özdeciler vesaireler var ise onların cümlesi Kur’an hakikatinden, Muhammedî sünnet-i seniyyeden ve İslâm dâiresinden çıkmış sapkın kişilerdir.

Bu zaruri açıklamaları yaptıktan sonra tekrar Hz. Pîr’in mesajlarını okumaya devam edelim.

SAZLIK NEDİR?
Sazlık, sulak arazide kamışların yetiştiği yerdir. Sazlıkta her kamışın kökü suya ve toprağa bağlıdır ve her kamış kendisini sudan topraktan ve diğer kamışlardan ayrı, başka bir varlık olarak görmez…

Bunu insan hayatına adapte edersek… sazlık; çocuğun kendisini Allah’dan ayrı bir varlık olarak düşünemediği, bedenine vücuduna kimliğine kişiliğine ERKEK ve KADIN sıfatları veremediği dönemdir. Her çocuk ortalama dört-beş yaşına kadar, kendisini Allah’dan ayrı, Allah’dan başka bir varlık olarak tasavvur edemez.

KAMIŞIN SAZLIKTAN KESİLMESİ
Kamışı kamışlıktan kestikleri zaman, kesilen her kamış kendisini tek bir parça olarak görür. Çünkü kamışın hem kökü hem başı “bütünlükten teklikten tekillikten” kesilmiştir. Ney olup feryâd edecek nitelik ve ölçülerde olan kamışların kızgın demirle kesilen yerleri dağlanmıştır. Yine kızgın demirle gövdesine yedi delik açılmıştır. Neyzen üfürüp parmaklarını oynatınca o kamış parçası buğulu bir ses çıkarmaya başlar. Ve kendi hikâyesini feryatlarla, inlemelerle anlatır.

İNSANIN SAZLIKTAN KESİLMESİ
İşte çocuklara da… özellikle en yakınları olan anne-baba veya akrabaları ya da çevresindeki insanlar tarafından dört-beş-altı yaşlarında “seni Allah yoktan yarattı ve bize verdiˮ sözü ile; ALLAH’tan (ahadiyetten/vahdet hâlinden) KESME işlemi yapılır. Ney’in gövdesine kızgın demirin sokulması gibi çocuğun da zihnine “AYRILIK HİKAYESİˮ sokulur. Fakat, zannedilmesin ki bu işlem yanlıştır. Hayır, aslâ yanlış değildir, tam aksine doğru bir işlemdir. Çünkü çocuğun o dönemdeki beyin kapasitesi “AYRILIK HİKAYESİNİˮ ancak bu mantık ve bu anlatım üzere anlar. Ne zamana kadar? Şems-i Tebrizî gibi bir insan ile karşılaşana kadar. Fakat şu da var ki… herkes Şems’i görebilir ama herkes onu Mevlâna gibi anlayamayabilir.

MEVLÂNA DA SAZLIKTAN KESİLMİŞTİR
Mevlânâ’nın babası ve annesi de Şems gibi Kâmil insanlardı. Fakat Mevlânâ’ya dört-beş yaşından itibaren “AYRILIK DÜŞÜNCESİˮni yerleştirdiler. Ona çok hassas şeriat ve tarikat ilimleri ve dersleri aldırdılar. Şems’in bilgilerini ona önceden bahsedemez miydiler? Tabii ki bahsedebilirlerdi. Fakat süt çocuğuna acı kebap yedirilmez, kolayca sindirebileceği ana sütü ve muhallebi verilir kuralı gereğince… Onlar da Mevlânâ’yı böyle ayrılık hikâyeleriyle büyüttüler. Mevlâna Şems ile karşılaşıp derin muhabbetlere dalıncaya dek, Allah’ın sonsuz sınırsız hakikatini ve sonsuz sınırsız tecelliyat sırlarını, bir tanrının gerçeği ve yansımaları gibi düşündü. Çünkü öyle şartlandırılmıştı. Eğer Şems ile karşılaşmasaydı o inanç içinde ölüp gidecekti. Adı sanı unutulacak, ne Mesnevî’yi ne de diğer eserlerini yazacaktı. Ve en kötüsü de bizler öyle bir değerden mahrum kalacaktık.

BİZLER DE SAZLIKTAN KESİLDİK
Şimdi dikkat edelim. Mevlânâ’nın babası-annesi Allah’dan ayrı gayrı olmadıklarını bildikleri halde Mevlânâ’ya Allah’ı ötede bir tanrı gibi öğretmişlerdi. Bizlerin babaları ve anneleri de bize aynı şeyi öğretiyorlar, fakat bilerek değil bilmeyerek öğretiyorlar. Yanlış mı yapıyorlar? Hayır yanlış yapmıyorlar… “en doğrusunu” yapıyorlar. Çünkü belli bir yaş ve belli bir olgunluktan sonra hakikat, mârifet ve deryâlarına dalmanın, inci ve mercan avlamanın herkesin nasibine veya gayretine bağlı kalması en doğru yoldur.

NOKTA
Ney’in feryâdı nedir? Kamışlık vb… şeyler nedir? Bu feryattan etkilenen erkek ve kadın kimlerdir sualine verdiğimiz cevapları tekrar özetleyerek bu beyite şimdilik bir “nokta” koyalım…

NEY NEDİR?
Şems gibi, Mevlânâ gibi İnsan-ı Kâmil’lerdir. Ayrıca… her insanda mevcut olan potansiyel (gizli) İNSAN-I KÂMİL boyutudur. Bu gizli boyut uygun eğitim ve uygun ilim alındıkça gizlilikten aşikârlığa çıkar.

SAZLIK NEDİR?
Allah C.C. Hz.lerinin AHAD (tek) olan zâtından yansıyan; sonsuz sınırsız esmâül hüsnâları, sonsuz sınırsız sıfatları ve sonsuz sınırsız fiilleridir.

ERKEKLİK NEDİR?
İnsan ruhunun, nefsin aşırı isteklerini irade yöntemiyle yenme gücüdür. Meselâ, Hz. Aişe’nin, Hz. Esmâ’nın ve diğer annelerimizin sınırı aşan isteklerini yenme gücüdür.

KADINLIK NEDİR?
İnsan ruhunun, nefsin aşırı isteklerini şefkat, merhamet ve sabır yöntemiyle yenme gücüdür.

AŞKTAN UZAK DÜŞMEK NEDİR?
Bedeni erkek veyahut dişi olan fakat ruhu cinsiyetten münezzeh olan insanın dünyâ meşguliyetlerine mağlup olmasıdır. Cenâbı Hak Teâlâ Hz.lerinin ZÂT’ında O’nunla birlikte, O ne zamandan beri var idiyse var olması ve O ne zamana kadar var olacaksa (elbette ilânihâye/sonsuzca) O’nunla var olmaya devam edeceği hakikatini unutmasıdır. Kendisinin ZÂT (AHADİYET/VAHDET/TEKLİK/YOKLUK) boyutundaki bu hakikatini unutmasıdır. “ESMÂ/SIFAT/FİİL/KESRET/ÇOKLUK” boyutunda ayrı gayrı bir tecelliyat kabul etmesidir.

FERYÂT VE İNLEMEK
Zât (Ahadiyet/Vahdet/Teklik/Yokluk) boyutunun ilmini, muhabbetini, bilgisini ve o boyuttaki hakikat sırrını arzulamak fakat bu arzunun ne olduğunu bilememekten doğan arayışlardır. Tekke tekke, şeyh şeyh dolaşmalardır. Mekke Medine topraklarına varıp, Kâbe’de Mescid-i Nebevî’de gözyaşları dökmelerdir. Yine de içindeki açlığı, susuzluğu, boşluğu giderememektir. Aşk’a iyice susamaktır.

FERYAT VE İNLEMELERİ İŞİTMEK NEDİR?
İnsanların hakikat ilmine olan arzu ve muhabbetlerini hissedebilmektir… Şems’in Mevlânâ’nın içindeki boşluğu hissederek o boşluğu AŞK ile doldurmasıdır, feryat ve inlemeleri işitmesidir. Bizlerin de feryâdu figanlarını işiten bir İnsan-ı Kâmil’in şiiriyle İkinci Beyit’e şimdilik nihâyet verelim:

Hararet nardadır, sacda değildir,
Kerâmet sendedir, tâcda değildir.
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir.

Keramet baştadır, tacda değildir,
Hararet nardadır, sacda değildir,
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.

Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin sözünden çıkma,
Eğer insan isen, ölmezsin korkma,
Aşığı kurt yemez, uçta değildir.

HACI BAYRAM-I VELÎ

Kemal GÖKDOĞAN
Emekli Öğ.Kd.Alb.
Türk İslâm Düşünce Tarihi Öğretmeni