MEZHEP VE MUHAMMEDİLİK

Mezheplere gerek yoktur, eskiden mezhep mi vardı, ölünce mezhep mi soracaklar gibi düşünceler doğru olmakla birlikte mezhebi nasıl gördüğümüz, mezhep gerçeğini nasıl yorumladığımız da önemlidir.

Bana göre de eskiden mezhep yoktu tek mezhep “MUHAMMEDİLİK” vardı. Fakat “MUHAMMEDİLİK”e nasıl ulaşacağım?

Sünniliği, Şiiliği ve alt dallarının hepsini, tüm hadis ve siyer kitaplarının tamamını, fıkıh bilgilerinin tamamını silip atalım. Yok edelim. Yok sayalım. Geriye ne kaldı? Kur’an.

Peki Kur’an’da abdestin, namazın, orucun, haccın ve itikadi meselelerin ince ayrıntıları var mı? Yok.

Bu nedenle mezhepler etrafında oluşan bilgi birikimlerini yok saymak doğru ve sağlıklı bir davranış olmayacaktır.
KG

***
NOT: 23 Ağustos 2011 yılında yayımlamış olduğum bu makaleyi ihtiyaca binaen yeniden yayımlıyorum.
***

SORULAR:

“Herkes niye sünni değil? Niye bu mezhep ayrımları…

Ben Sünniliğe uygun değilim Şiiliğe geçiyorum diyerek geçiş neye göre nasıl oluyor?..”

Sünniliğin dört mezhebi hakkında “Mezheb geçişleri neye göre nasıl gerçekleşiyor?”

Abdul Kadir Geylani’nin önceden Şafii mezhebi’nde olduğu, Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçtiği söylenir… niçin öyle yapmıştır?
(BİR DOST)

CEVABIMIZ:

Evrensel Sisteme din ve tasavvufta “Allah’ın koyduğu sistem ve düzen” nazarıyla bakılır ve kısaca “Âdetullah, Sünnetullah” gibi sözcüklerle anılır.

“Evrensel Yasalar”,
“Âdetullah, Sünnetullah” ve
“Allah’ın koyduğu sistem ve düzen”
gibi kavramlara kısaca
“İslâm”
diyebiliriz.

İslâm “Allah Sistemi”nin yani “Evrensel Sistem”in en öz adıdır.

İSLÂM VE MÜSLÜMANLIK

“Tek Evrensel Sistem” olan “İslâm”ın Hz. Muhammed a.s. tarafından “vahy” ile özel beşerî öğretiye, özel inanca ve yaşam tercihlerine dönüştürülmüş hâline de “Müslümanlık” diyoruz.

ALLAH’IN BÖLÜNME KANUNU HER ZAMAN YÜRÜRLÜKTEDİR

Allah Sistemi’nde, fizik evrende nasıl ki tek bir tohum toprağa düşer, kabuğunu çatlatır, fidan olur, gövdeye dönüşür, ana dallara, küçük dallara ayrışır, binlerce meyve ve tohumlar verir ve bir zaman sonra yeni nesiller oluşturup çürüyüp giderse “inanç evreni”nde de aynı sistem yürürlüktedir.

Allah Sistemi’nde “inanç evreni”nde de her inanç zaman içinde pek çok fraksiyonlar (bölüntüler) oluşturur. Tek bir inanç gövdesinden “Sünnilik”, “Şiilik” gibi ana mezhepler ve alt mezhepleri doğar. İnsan doğasının bu doğallığını hiç bir zorlama ve mantık durduramaz. Önemli olan bu bölünmenin savaş ve lanetleşme vahşetine dönüştürülmemesi, insanların birbirlerini tüm farklarıyla sevebilmesi meziyetine dönüştürülmesidir.

MEZHEP MESELESİNİ AKADEMİK KAYNAKLARDAN ÖĞRNENELİM

Sünnilik ve Şiilik Müslümanlık dünyasında ana mezheplerdir.

Sünniliğin günümüze ulaşabilmiş dört alt mezhebi kalmıştır. Bunlar; “Hanefi, Şafi, Hanbelî ve Maliki” mezhepleridir.

Şiiliğin de günümüze ulaşabilmiş en belirgin alt mezhepleri şunlardır; “Caferiyye, Zeydiyye, İsmailiyye”.

Mezhepler hakkında bu kadar genel bilgi vermekle yetinelim, dileyenler daha detaylı bilgilere akademik seviyedeki “MEZHEPLER TARİHİ” konulu ciddi ve bilimsel kitaplarından ulaşabilirler diyorum ve “neden ayrılık?” sorusuna cevaplar aramaya başlıyorum.

MEZHEP KAPISINI RASULULLAH AÇMIŞTIR

Rasulullah’ın vefat anından itibaren her sahabe kendi mezhebi (sünneti anlayış yöntemi) üzere itikadına ve ameline devam etmiştir. Her sahabe kendi başına bir mezheptir (yöntemdir). Bu sistemi bizzat Rasulullah a.s. irade etmiştir… çünkü Kur’an’ı parça parça yazdırmış ve ezberletmiş fakat Kur’an’ı yorumlayış tarzını yani “sünnet”ini (sözlerini ve fiillerini) yazdırmamış ve ezberletmemiştir.

Böylece Kur’an’ın nasıl yorumlanacağını bizzat fiilen göstermiş fakat kendi yorumunu (sünnetini) yazdırmayarak Kur’an’ı ve sünneti insan aklının yorumuna açık bırakmıştır. Dileseydi, her şeyi ayetler ile birlikte A’dan Z’ye yazdırırdı. “Allah Sistemi”nin “ana dallara ve alt dallara ayrılma” doğallığına karşı çıkarak Kur’an’ı ve sünneti insan aklının yorumuna karşı dondururdu ve her insanın “taklitçi” olmasını isterdi. Rasulullah böyle yapmadı. Kendisinin aklını ve yorumunu kullanmayan beyinler tarafından maymunlar gibi taklit edilmesini istemedi, akla açık kapı bırakarak kendisinden örnek alınmasını istedi.

HZ. MUHAMMED’İN MEZHEBİ “MUHAMMEDÎLİK”TİR

Kur’an baştan sona “düşünce tohumu”dur. İçinde nice ana dallar ve alt dallar gizlidir.

Kur’an’ın ilk ve en büyük yorumcusu Hz. Muhammed a.s.’dır.

Hz. Muhammed a.s. Kur’an’ı yaşamıyla yorumlayarak ondan “MUHAMMEDÎLİK” ana gövdesini çıkarmıştır.

BİZİM MEZHEBİMİZ

“MUHAMMEDÎLİK” A’dan Z’ye Hz. Muhammed a.s.’ı taklit etmek değildir, Hz. Muhammed a.s.’ı “örnek alarak” Kur’an merkezli kişisel düşünce evreni ortaya koyabilmektir.

“MUHAMMEDÎLİK” Kur’an’ı Hz. Muhammed a.s. gibi idrak etmek için çalışmaktır.

Her insan bu prensipler gereğince “MUHAMMEDİLİK” ana gövdesinden ne anlıyorsa kendi inancını/yolunu/özel mezhebini(yöntemini) onun üzerinde geliştirir.

“MUHAMMEDÎLİK” konusunda çalışma ve araştırma imkânı olmayanlar diğerlerinin çalışmalarına ve araştırmalarına kendilerini yakın hissederek gruplar oluştururlar. Böylece genel mezhepler doğar. Bu tür mezhepleşmek “MUHAMMEDÎLİK”e ters değildir tam aksine “MUHAMMEDÎLİK”i doğru anlamaya yardımcı olmak amacı taşımaktadır.

HER İNSAN BİR MEZHEPTİR

Hz. Muhammed a.s.’ı bizzat görüp idrak edenler (sahabe) “MUHAMMEDİLİK”ten ne anladıysa onu ortaya koymuştur. Her sahabenin ne anladığı, nasıl anladığı, eksik mi tam mı anladığı kendisini ilgilendirir.

Rasululah’ı görmeyip de sahabeyi görenler (tabiin) “MUHAMMEDİLİK”i ulaşabildikleri sahabelerden öğrenmişler ve onlar da kendi anlayışlarına sahip olmuşlardır.

Daha sonraki nesil (etbâut-tâbiin; sahabeyi görmeyip tabiini görenler) “MUHAMMEDÎLİK”i bir önceki nesilden öğrenmiştir.

Her nesil “MUHAMMEDİLİK”i kendi sosyal çevresine ve kendi kişilik özelliklerine göre yorumlamıştır. Böylece ilk yüzyıllar içinde binlerce ve binlerce alt dallar hükmünde “mezhepler” oluşmuştur. Zamanla çoğu unutulmuş, takipçisi, taklitçisi, örnek alıcısı kalmamıştır.

YANLIŞ, YANLIŞ YAPANI BAĞLAR

Mezhep “KUR’AN”ın ve “MUHAMMEDÎLİK”in bölünmesi parçalanması değildir, Kur’an’ı ve “MUHAMMEDÎLİK”i anlamak “YOL” ve yöntemidir.

Maalesef ana mezhepler (Şiilik-Sünnilik vb.) mezhep imamlarının vefatından kısa bir süre sonra bölünmenin, parçalanmanın ve birbirini tekfir etmenin (başka mezhepleri kâfir ilan etmenin) örgütü haline gelmiştir. Hâlbuki mezhep imamları her görüşe açık ve her şeyi tartışabilen, başkalarının düşüncelerini de kabul edebilen hoşgörü sembolleriydiler.

Mezheplerin tekfir etme örgütü olması bizi bağlamamalıdır. Bizim için mezhepler “MUHAMMEDÎLİK”i her yönüyle anlamamıza neden olacak bir bilgi ve kültür birikimi olmalıdır ve olabildiğince mezheplerin öğretilerinden istifade etmeliyiz.

ALLAH VE TANRI FARKI

Müslümanlar Emevî ve Abbasî saltanatlarıyla devletleşip diğer devletlerle, toplumlarla, dinlerle ve kültürlerle karşılaştıkça “MÜSLÜMANLIK” anlayışının sınırları “Mekke-Medine Arap Kültürü”nden çıkarak evrenselleşmeye başlamıştır. Bu evrenselleşmeden yukarıda saydığımız Şünnilik, Şiilik ve burada saymadığımız diğerleri oluşmuştur.

Bu evrenselleşme doğal ve güzel olmakla birlikte bazı mahsurları beraberinde getirerek “Muhammedî itikat ve amel”de “TEMEL ESASLAR”dan sapmalara ve bozulmalara da neden olmuştur.

“Muhammedilik”ten ilk sapma Kur’an’ın tanımladığı “ALLAH”ın diğer dinlerin etkisiyle “TANRI” gibi kabul görmesidir ve en temel esas “AHAD ALLAH”ın “TEK TANRI” inancına dönüşmesidir. “MUHAMMEDİLİK”in içeriğini tamamen boşaltıp başkalaştıran belki de en büyük ve tek neden budur.

İLK FARKINDALIK

Ben takdir gereği “SÜNNÎ ÇEVRE”de doğdum. Kur’an’ı, “MUHAMMEDİLİK”İ Sünnî çevrenin “HANEFΔ bilgi ve kültürüyle tanıdım. Sünniliğin diğer alt mezhepleriyle ilk tanışmalarım değişik zamanlarda oldu ve her tanışma “MUHAMMEDİLİK” gerçeğinin sadece benim/bizim inandığımız “MUHAMMEDÎLİK” olmadığını öğretti.

Altı-yedi yaşlarındayım…

Rahmetli dedemle birlikte camiye gittim. İkinci sırada safa durdum. İmam “Allahu Ekber” dedi. Yanımdaki bir yabancı adam ellerini kulak memesine değdirmeden avuçlarını karşıya açarak (teslim oluyorum işaretiyle) tekbir aldı. İmam Fatiha okuyorken o da içinden ve benim duyacağım kadar bir sesle mırıl mırıl Fatiha okudu. Biz okumuyorduk ama o adam okuyordu. Rükuya ve secdeye giderken ellerini havaya kaldırıp halı silker gibi hareketler yapıyordu. Tahiyyatta işaret parmağını habire oynatıyordu. Adamı dikizlemekten namaz falan kılamadım. Kafam karıştı. Namazdan sonra dedeme her şeyi anlattım ve o adam neden öyle yapıyor diye sordum. Dedem bizimle aynı sırada olmasına rağmen o adamla hiç ilgilenmemişti ve bana onun ŞAFİ MEZHEBİ’nden çok iyi bir Kürt Müslüman olduğunu söyledi.

Mezheplerin adını şiirsel bir tekerlemeyle annem ezberletmişti ama pratikte ilk defa başka bir mezhep inananıyla karşılaşmıştım. Dedeme namazı neden ayrı ayrı hareketlerle kıldığımızı sordum. Hayır, her mezhep kendine göre kılacak, çünkü Rasulullah öyle de yapmıştır ve Allah herklesin namazını öyle kabul edecek cevabını almıştım.

ZENCİ İMAM

Yirmili yaşlardayım…

Sultan Ahmet civarında öğrenci arkadaşlarla birlikte bir camideyiz. Tam hatırlamıyorum ama öğle veya ikindideyiz. Biz sünneti kıldık. Yanımıza bir kaç zenci geldi. Birimizin imam olarak farzı cemaatle kıldırmasını işaret ettiler. Arkadaşım tarzanca yarı işaret diliyle “BİZ HANEFΔ dedi. Zenci gençler de (yine tam hatırlamıyorum…) MÂLİKİ veya HANBELÎ olduklarını söylediler. Aramızda tatlı bir “sen imam ol” tartışması yaşandı ve zenciyi imam olmaya razı ettik. Tekbir getirdi namaza başladık. Ama ne tekbir! Zenci imam elini tam kaldırmadan Allahu Ekber dedi. Ellerini göbeğine bağlamadı. Bunlar her neyse kabul edebileceğimiz şeylerdi fakat o kadar rahattı ki namazda kaşınıyordu, etrafa bakıyordu, cebinden düşenleri topluyordu. Benim dikkatim dağıldı. Namaz kıldığımı falan unuttum. Namazdan sonra tekrar namaz kılmak istediğimde bu konularda bilgisine güvendiğim arkadaşım “hayır” dedi. O mezhepte namaz böyle kılınır ve bu namaz da kabuldür dedi. Ne de olsa zenciler de Sünnî idi biz de Sünnî idik sadece alt mezheplerimiz değişikti.

Şİİ TÜRKMEN İMAMA UYDUM

Yine aynı yıllardayız…

Atatürk Öğrenci Yurdu (AÖS) mescidindeyiz. Öğrenciler birisini imam seçtiler. Arkasında namaza durduk. Her nasılsa gözüm imamın önünde duran bir kaç santimetre karelik yassı bir taş parçasına takıldı. İmam alnıyla taşın üzerine secde ediyordu. Namaz bittiğinde meseleyi araştırdım. Meğerki imam seçilen öğrenci (tam hatırlamıyorum İranlı veya Iraklı veya Suriyeli) bir Şii Türkmen imiş. Asırlardan beri Sünniler ve Şiiler (GENELLİKLE) birbiri arkasında namaz kılmazlar. İki taraf da diğerinin namazının hatta imanının geçersiz olduğunu iddia eder. Her nasıl olduysa öğrenciler bu kuru iddiayı aşmışlar ve mescitte birlikte namaz kılmaya başlamışlardı. Daha sonra o Şii öğrencinin taş parçasıyla Sünni imam arkasında namaz kıldığını da gördüm. Taş parçası KERBELÂ toprağından yapılmış bir kiremitmiş ve şehit edilen Rasulullah’ın torunu Hz. Hüseyin’in kanını taşıdığına inanıyorlarmış. Ve o olaya hürmeten taş üzerine secde ediyorlarmış. Ben ana mezhep farkına rağmen o namazımı yenilemedim, eda ettiğime canı gönülden inandım.

Taş parçası üzerine secde etmek doğru mu yanlış mı olayını o zamanlar çok sorguladım fakat şimdi sorgulamıyorum artık. Eğri mi doğru mu diye kafamı da yormuyorum. Ben alıştığım gibi secde ediyorum onlar da alıştıkları gibi secde ediyorlar. Herkes birbirinin mezhebini kabul etmese de olduğu gibi görmeye ve hoşgörüye sahip olmalıdır. Hoşgörü mezhepleri birleştirmez fakat tüm mezheplerin “MUHAMMEDİLİK”i yorumlayan bir bütünün renkli parçaları olduğu gerçeğini farkettirir. Ayrıca bir taş parçası üzerine veya düz yere secde etmek dini bir sorun değildir, sosyal, siyasal ve kültürel bir sorundur.

SENİN YANLIŞIN SANA BENİM DOĞRUM BANA

Otuzlu yaşlarımda bir hastanede birisiyle dostluk bağı kurduk. Konuyu fazla açmadan anlatacağım…

Onu bir gün koğuşunda ibadet ederken gördüm. Namazı “HAÇ” işaretleriyle karıştırarak kılıyordu. Benim içeri girdiğimi fark etti fakat ibadetini terk etmedi. Tamamladı. Ben bir şey sormadan kendisi izah etti. Hıristiyanlığın, İslâmın ve diğer her türlü dinin tanrıya giden yollar olduğunu ve kendisinin tüm dinlere inandığını ve ortak ibadet ettiğini söyledi. Bana göre yanlış yoldaydı fakat gerçek hakkındaki yorumunu aklı ve düşüncesiyle öyle dile getirmeyi tercih ediyordu. İçimden “Sizin dininiz (sistemi yorumlamanız) size, bizim dinimiz (sistemi yorumlamamız bize) dedim ve kendi MUHAMMEDÎ yoluma devam ettim.

DOĞAL OLMAYAN GEÇİŞLER

Ana Mezhepler (Sünnilik-Şiilik) arasında geçişler olabiliyor.

Sünnilik ve Şiilik arasında devletlerin, toplumların ve çevrenin baskısıyla veya zaman içindeki doğal sosyolojik değişimlerle “toplu” geçişler olmuştur fakat aniden kişisel geçişlere çok fazla rastlanmaz.

Doğuştan itibaren çevresinin itikadıyla ve ameliyle bütünleşmiş ve İslâm’ı sadece kendi inancı zanneden bir Sünni veya bir Şii’nin birden itikad ve amel değiştirmesi insan doğasına aykırıdır. Bu nedenle herkesin birbirinin doğuştan tabi olduğu şartlanmalarına saygılı ve hoşgörülü olması insani bir haslettir.

Sünnî Osmanlı ve Şii İran ana mezhep farkı nedeniyle asırlarca savaştılar. Ne elde edildi. Yüzbinlerce “Müslüman” öldü. Milyonlarca çocuk ve yaşlı mazlumlar acı çekti. Şimdi ahirette savaşanların boyunlarına “aferin size” deyip madalya mı takıyorlar?

Her insan alıştığı yolunda yaşasın fakat diğer insanlarla birlikte yaşamayı hazmederek yaşasın.

En güzel mezhep, her mezheb mensubu ile kardeşçe yaşayabilenin mezhebidir.

BİR RİVAYET

Sünni mezheplerin bazıları zamanın sosyal, siyasal, ekonomik şartları nedeniyle zayıflayabiliyor. Zamanımızda Hanefiilik ve Şafilik daha çok bilinmekte ve yaşanmaktadır. Hanbeli ve Maliki mezheplerine mensubiyet oldukça azalmıştır. Demek ki Abdul Kadir Geylanî zamanında da böyle bir zayıflama sorunu varmış ki o mezhebi canlandırmak amacıyla geçiş yapmış. (Bu geçiş hakkında kesin bilgi yoktur.)

Geçiş yapacak kişi iki (veya daha çok) mezhebin tüm bilgilerine ve alışkanlıklarına derinlemesine sahipse geçişinden “psikolojik” sorunlar doğmaz. Abdul Kadir Geylani gibi âlim zatlar dilediği mezhep ile amel edebilirler ve etmişlerdir fakat her zaman “tek mezhep” üzere kalmayı tercih etmişlerdir. Mezheplerin hepsini birleştirmek gibi bir tutuma girmemişlerdir. Hanefilikten Şafiliğe geçebilirler veya Şafilikten Hanefiliğe. Fakat hiç bir zaman ikisinin (veya dördünün) birden tüm kurallarına veya canlarını istediği kurallarına uymazlar.

ZORUNLU GEÇİŞLER

Kişisel geçişler avam (yani bizler) için birden olmasa da zaman ve zemin şartları içinde doğal yollarla olmaktadır. Örneğin oruçlu bir Şafi ağzında biriken tükürüğü yutamaz. Yutarsa orucu bozulur ve kefaret gerektirir. Büyük şehirde yaşayan bir Şafi düşünün. Belediye otobüsünde, caddede, kapalı salonda ağzında biriken tükürüğü ne yapacak? Ya tükürerek Şafi mezhebine uyacak ya da yutarak Hanefi mezhebine uyacak. Tüküremeyeceğine göre o anda Hanefi mezhebinin sadece o kuralına zorunluluk gereği tabi olacak ve yutacak.

Mezhep imamları bu gibi meseleleri aydınlatırken önce Kur’an ve sünnete bakarlar. Orada çok açık hükümler yok ise Rasulullah’ın bu gibi durumları düşünerek açık bıraktığı AKLI KULLANMAK nimetiyle KIYAS yapılır ve tükürük ve oruç bağlantısı hakkında Müslümanlara şöyle yapabilirsiniz önerileri getirilir. Bu yöntem, dine hüküm eklemek, mezhebe göre oruç icat etmek değildir. Zamanla karşılaşılan yüzeysel sorunlara Kur’an, Sünnet ve AKIL nimetleriyle çözümler sunmaktır. Başka bir örnek…

Şafilikte akan kan (sözgelimi) çizmeden taşmadıkça abdest bozulmaz. Hanefilikte kandamlası dağılırsa abdest bozulur. Abdestten sonra dişi, ağzı vb. bir yeri kanayan bir Şafi Hanefi cemaate imam olamaz çünkü o Hanefi’ye göre abdestli değildir. Bu nedenle Şafi imamlar Hanefi cemaat olabilir ihtimaliyle hareket ederek abdestten sonra kanamalara dikkat ederler.

Şafilikte nikâhı düşen bir bayana erkek veya bir erkeğe bir bayan dokunduğunda abdest bozulur fakat Hanefilikte bozulmaz. Hanefi bir imam bu nedenle Şafi cemaat olabilir ihtimaliyle abdestten sonra nikâhı düşen bayanlara dokunmazlar (tokalaşmazlar, yanlışlıkla da olsa temas etmezler). Bu mesele hadis rivayetlerine dayanılarak çözümlenmeye çalışılmıştır.

RASULULLAH’IN RENKLERİ

Din tek, Kur’an tek, sünnet tek ise bu ayrımlar neden?

Evet din tek o da “ALLAH SİSTEMİ İSLÂM”.

Kur’an yani “kitap” tek, o da “VARLIK” âlemlerinin tamamı.

Sünnet ise zannedildiği gibi tek değil.

Rasulullah aynı durum karşısında farklı davranışlar sergileyebilmiştir. Örneğin tek model hareketlerle standart namaz kılmamıştır. Farklı hareketlerle namaz kılmıştır ve bu farklar zamanla bir mezhebin tercihi olarak özelleşmiştir. Tüm mezheplerin namazında Rasulullah’ın namazından örnekler vardır.

KIYAS

Rivayete göre Rasulullah’ın namazdan önce bir yeri kanamış, hanımlarından birisi kanı eliyle silmiş. Rasulullah yeniden abdest alarak namaz kılmış. Fakat kadın değdiğinden mi kan aktığından mı abdestini yenilediğini belirtmemiş. Hanefiler kan aktığı için demiş, Şafiler kadın değdiği için demiş. Rasulullah kızlarını severmiş, onlara dokunurmuş ama abdest almadan namaz kılarmış. Şafi âlimler bu rivayete dayanarak anne, nine, kız çocuk, kız torun, sütkardeş gibi nikâhı haram olanlardan başkasına dokunmanın abdesti bozabileceği KIYASINI yapmışlar, Hanefiler böyle bir kıyas yapmamışlar, bozulmayı tamamen kanın akmasına bağlamışlardır.

Mezhep farklarının her bir izahı ve hikmeti vardır fakat yazıyı daha fazla kabartmamak için örnekleri çoğaltmıyorum.

MEZHEP PSİKOLOJİSİ

Ben Hanefi mezhebini amelde örnek almaya (taklit etmeye değil), Mâturidî mezhebini itikadda örnek almaya (taklit etmeye değil) psikolojik olarak şartlanmışım. Bu şartlanmalarımı aşmam ve yenmem çok zordur. Bir yerimden kan akarsa mutlaka abdestimi yenilerim. Bir Şafi gibi gidip rahat rahat namaz kılamam. Bu alışkanlık ve şartlanma benim psikolojim haline gelmiş ve psikolojimle barışık yaşamak beni rahatlatır. Aksini yapmak ise vesveseye ve depresyona sokabilir, psikolojik iç çatışmalara dönüşebilir.

Mezhep fanatiği değilim ama alıştığım mezhebin önerilerine bilerek veya bilmeyerek uyumlu yaşıyorum. Herkes öyledir.

KAPASİTEM KADAR MUHAMMEDÎYİM

Bu gerçeğe göre “ben mezhepsizim, benim mezhebim MUHAMMEDİLİK”tir demem benim boyumu aşar. Ancak aklımı ve düşüncemi Kur’an’ı anlamak için sarfetmek anlamında; kapasitemce kadar “MUHAMMEDΔyim.

ESKİDEN MEZHEP Mİ VARDI?

Mezheplere gerek yoktur, eskiden mezhep mi vardı, ölünce mezhep mi soracaklar gibi düşünceler doğru olmakla birlikte mezhebi nasıl gördüğümüz, mezhep gerçeğini nasıl yorumladığımız da önemlidir.

Bana göre de eskiden mezhep yoktu tek mezhep “MUHAMMEDİLİK” vardı. Fakat “MUHAMMEDİLİK”e nasıl ulaşacağım?

Sünniliği, Şiiliği ve alt dallarının hepsini, tüm hadis ve siyer kitaplarının tamamını, fıkıh bilgilerinin tamamını silip atalım. Yok edelim. Yok sayalım. Geriye ne kaldı? Kur’an.

Peki Kur’an’da abdestin, namazın, orucun, haccın ve itikadi meselelerin ince ayrıntıları var mı? Yok.

Bu nedenle mezhepler etrafında oluşan bilgi birikimlerini yok saymak doğru ve sağlıklı bir davranış olmayacaktır.

VAHDET VE KESRET “BİRLİĞİ”

Bazı şeyler olmuş bitmiştir. Geçmişe dönerek olayları değiştiremeyiz. Doğru veya yanlış uygulamalar nedeniyle herkes Sünni olmamış, herkes Şii olmamış. Bu vakitten sonra sosyal gerçeklikler haline gelmiş insan kitlelerinin itikatlarını toptan iyi, toptan kötü saymanın hiç bir anlamı yoktur.

Farklılıkları yok saymak tek bir inanç olsun demek hem Allah Sistemi’ne hem Rasulullah’ın sistemine hem de insan doğasına aykırıdır.

Kabul etmemiz gereken tek şey: “BİRLİKTEKİ ÇOKLUK, ÇOKLUKTAKİ BİRLİK” gerçeğinin doğal olduğudur.

Kemal GÖKDOĞAN
E.Öğ.Kd.Alb.
Türk İslâm Düşünce Tarihi Öğretmeni
kemalgokdogan@gmail.com